1- Bu süreçte yeni yabancı kavramı nedir, tanımını yaparmısınız ?
GÇ- Yabancı kavramnın kendisini iki boyutta algılamak lazım bir insanlara çeşitli tarihsel dönemlerinde kendi oluşturdukları homojen kültür yapılarının dışında gördükleri insanlara yönelik yönelttikleri tanımlama tarzındaki buna eski yunan kültüründen başlayarak oluşan çeşitli insan kümeleşmelerinde karşılaşabiliyoruz, tanık olabiliyoruz. İkinciside bu tanımın burada var olan göçmenleri kapsayıp kapsayamayacağına yönelik bir yaklaşımdır. Yabancı kavramı ya da yeni yabancı kavramı burada var olan göçmenleri kapsayan bir tanım olamaz. Yabancı kavramı büyük ölçüde burada varolan ulusal devlet yapılarının oluşturdukları ve çeşitli insanları yabancı olarak üretmeye, tanımlamaya yönelik hukuksal yapıların sonucudur. Yani yabancı kavramı devlet eliyle kurumsallaştırılan bir kavramdır. İnsanlar dünyada doğuşlarıyla birlikte yabancı değildirler. Dünya ulusal devlet sınırlarına bölündüğü parçalandığı için yabancıdırlar. Bu durumun aşılması gerekiyor. Bu da ulusal devletlerin toplumsal bileşimleri karşısında farklı bir politika izlemeleriyle alakalı bir sorudur.
2- Şu an çevremizde olan özellikle ikinci kuşağın, burada doğan ve yaşayan çocuklarını yaptığınız bu tanımın içerisinde nereye koyarsınız ?
GÇ- İkinci kuşak ve burada doğan kökeninde göçün etkileri olan yabancı olarak adlandırabilirmiyiz ya da adlandırılabilir mi ? Hayır onları yabancı olarak adlandırmak mümkün değildir. Çünkü onları yabancı konumuna getiren büyük ölçüde içinde bulunduğumuz ulusal devletlerin yasalarıdır, yabancılar politikasıdır. Bu çerçevede oluşturulmuş ve oluşturulan kurum ve kuruluşlar bunlar öncelikle onları yabancı olarak tanımlamaktadırlar. Böyle bir yabancılar politikasıyla ulusal devletler giderek kendileri yabancı olmaya başlamışlardır. kendileri yabancı olmaya başlamışlardır. Yani insanların, yaşayan çocukların toplumların bileşiminin yabancısı haline gelmeye başlamışlardır. Dolayısıyla içinde yaşadığımız süreçte var olan ulusal devletler büyük göçmen kitleleriyle kendi aralarında toplumsal bileşim açısından, kültürel kimlik açısından nasıl bir ilişki kurma sorusuyla karşı karşıya gelmişlerdir ve buna yönelikte kimi politika ve kültürel ulusal açılımlar gündeme getirmektedirler. Örneğin toplumsal uyum kavramı artik Almanya açısından yaşamsal öneme sahip kavram olarak sunulmaktadır. Aslında bu şu ana kadarki Almanya`nın yabancılar politikasının yanlışlığının kabulunu gösteren bir gelişmedir. Almanya`ya örneğin baktığımızda şöyle bir olguyla karşı karşıyayız. Almanya`nın en önemli altı büyük şehrinde 6 yaşın altında şu anda var olan çocuklardan % 60 a yakın bölümü geçmişinde büyük ölçüde göç tecrübesi olan çocuklardır. Böyle bir toplumun artık genel olarak bu insanlara yönelik yabancı kavramıyla yaklaşması devlet tarafından bile kaldırılamayacak kadar yanlış bir politikadır. Bu nedenle bu soruya açıkça yanıt verebilirizki söz konusu olan insanlar yabancı değil bu toplumun yerlileridir. Yabancı olan onları belli bir homojen ulusal kimlik çerçevesinde yabancı olarak tanımlamaktır. Böyle bir yaklaşım onları yabancı hale getirmektedir.
3- Günümüzde içinde yasadığımız sistemin politikalarına ve uygulamalarına karşı muhalefetin uluslararası bir görünüm kazandığı gözlemlenmektedir. Bu durumu göz önüne alırsak sizce göçmenlerin öz örgütlerini savunmak bir çelişki midir?
GÇ- Bu soruya kısaca yanıt vermek gerekirse içinde yaşadığımız toplumsal sürecin ve onun toplumsal bileşenlerinin kendisi bir çelişkiler yumağından ibarettir. Yani içinde yaşadığımız toplum tek bir kültüre, tek bir mücadeleye, tek bir hedefe, tek bir demokratik işleyişe sahip bir toplum değildir. Bu toplumun içerisinde farklı katmanlar olduğu gibi, farklı kültürel kimliklerde sözkonusudur. Bu böyle devam ettiği sürece içinde yaşadığımız genel toplumsal sorunlardan kaynaklanan mücadeleler uluslararası bir boyuta sahip olmalarına rağmen kendilerini lokal düzeyde kendi kimlikleri düzeyinde de ve benzeri de ifade etme haklarına sahiptirler. Dolayısıyla bu mücadelenin uluslararası olup olmaması onun hangi dille gerçekleştirildiğiyle ölçülmez, hedefleriyle ölçülür. Bu nedenle bu soruda gündeme gelen ve kendisi çelişki gibi görünen olay büyük ölçüde aslında insanlığın ezilen kesimlerinin uzun bir mücadele sonunda mücadele türlerini ortaklaştıracakları güne kadar öz örgütlenmelere de sahip olacakları bir tarz taşıyacaklardır.
4- Sizinde bildiğiniz gibi çağımız iletişim çağı, bu medya çağında internetin öz örgütlenme ya da göçmen mücadelesi içerisindeki yeri nedir ?
GÇ- Şimdi internet olgusu ortaya çıktığı sıralarda insanlığa iletişim alanındaki tüm engellerin ortadan kaldırılacağı iletişimin demokratikleştirileceği, bilginin demokratikleştireleceği yani ulaşmak isteyen herkese internet aracılığıyla demokratik bir platformda ulaştırılabileceği sözleriyle gündeme gelmişti. Ancak internet olgusunun vermiş olduğu bu söz bugün içerisinde bulunmuş olduğumuz iletişim yapılanmasıyla denk düşmemektedir. İnternette var olan toplumsal süreç içerisindeki çeşitli hiyerarşik yapılanmaların varolan toplumsal yapı içerisindeki çeşitli engellerin bire bir yansıdığı bir alandır. Yani internetin kendisi demokratik bir platform olmaktan öte hem egemen ilişkilerin oranının yeniden düzeltildiği, hem de egemen ilişkilere karşı çeşitli mücadelelerin kendilerini tanımladıkları bir alandır. Göçmen örgütlenmeleri açısından internetin önemine gelince internet ancak gerçek toplumsal hayatta varolan o alana yansımasıyla beslenebilecek ve bir anlam kazanacak bir alandır. Bugün içinde bulunduğumuz durumda olduğu gibi gerçek mücadelenin yerine konmamalıdır.
5- Size göre göçmen mücadelesinin içerisinde bireyin rolü nedir ?
GC- Bu soru tabii ki örgütlenme olgusuyla birlikte düşünüldüğü zaman anlamlı bir sorudur. Yani bireyin mücadelelerdeki rolü o mücadelenin kollektif yapılanmalarıyla ilgili bir sorudur. Şu ana kadar göçmenler ne yazik ki özgür bireylerin, özgür örgütlenmelerini ve kollektifliklerini yaratmaktan uzak kaldılar. Dolayısıyla var olan örgütlenmeler büyük ölçüde özgür bireyler yetiştirmekte onların ortak eylemliliğine faaliyetine dayanmak yerine hiyerarşik yapılanmalar olarak karşımıza çıktılar. Bunun mutlaka aşılması gerekiyor. Özgür birey yetiştirmeyen mücadeleler sonuçta içinde yaşadığımız toplumsal ilişkilerin hiyerarşik yapılanmaların, üretilmesinden başka bir fonksiyon görmediler. Bu nedenle de bireyler ve onlar arasında giderek bir yabancılaşma ortaya çıkmıştır. Buda sonuçta bu yapılanmaların kastlaşmasına, katılaşmasına, daralmasına, dogmatikleşmesine yol açacak ve giderek onların asıl enerjilerini yani özgür bireylerin taleplerini kapsıyamamalarına yol açacaktır.